18 Mart 2024 Pazartesi

MERKEZ SAĞ ÖLDÜ AMA SİYASAL İSLAMCILAR SELASINI OKUMADILAR - 99

İnsan dünyaya hiçbir şeyi olmadan gelir. Sonra sahip olmak için dünyadaki her şeyin peşine düşer; iyice yorulup onlara sahip olamayacağını anladığında bütün o şeylerden vazgeçer. Ve insan bu dünyadan hiçbir şeye sahip olamadan ölüp gider. Gittiği yerde ise dünyada peşine düştüğü, sahip olamayacağını anladığında vazgeçtiği ve kendisiyle getiremediği her şeyden hesaba çekilir.

Fenerbahçe’nin futboldaki imtiyazı cumhuriyetin en büyük hukuk meselesidir. Bu mesele hallolmadan bu ülkede ne siyasette ne hukukta ne de iktisadi sahada ne de sosyal alanda adalet sağlanamaz. Cumhuriyette Fenerbahçe'ye tanınmış bu imtiyaz ülkedeki birçok meselenin de özünü teşkil ediyor. Trabzonspor’un şampiyon olması ya da şampiyonluk yarışında gerilerde kalmış olması bu trajik gerçeği değiştirmiyor. Anayasa ve kanunlar önünde her gerçek ya da tüzel kişi eşittir. FİFA disiplin talimatı profesyonel futbol liglerinde mücadele eden her takımı ve oyuncusunu aynı derecede bağlar. Fenerbahçe adına Mert Hakan Yandaş’a tanınan imtiyaza ya her Türk futbol takımının futbolcusu sahiptir ya da o imtiyaz hiç kimseye tanınmayacaktır. Trabzonspor önümüzdeki pazar günü bu müesses kibirle, adı konulmamış bu imtiyazla yüzleşecektir. Biz Trabzonsporlular olarak bu meseleye böyle bakıyoruz. Trabzonspor camiasının sahip olduğu futbol kültürü, adalete ve eşitliğe olan inancı bu küstahlığa haddini bildirecek güçtedir. Futbolda imtiyazlı şımarıklıkla adaletin finalini izleyeceğiz pazar günü. Ve o şımarıklığın icabına bakacağız. Size bu ülkede bu kadar küstahlaşma hakkını hangi merci, hangi kanun veriyor?

“Her ne kadar siyah bir taşın etrafında boş boş dönüyor olmak insanın aklına yatmıyor olsa da şöyle birkaç tur dönünce o siyah taş insanın aklını başından alıyor. Her tur atışında kendini Neptün'le, Uranüs'le, Satürn'le Plüton'la birlikte dönüp uğulduyor gibi hissediyorsun.” Kâbe’yi tavaf eden bir Müslüman’ın sözü

Trabzon’un aksine İstanbul insanı ya kusar ya da hiç çiğnemeden yutar. Sonra tıpkı Londra gibi kirli ve karanlık bağırsaklarında öğütüp işe yaramaz posaya çevirir. Zamanını ve enerjisini yüksek bedelle tüketir. Geriye bir ömür korkarak yaşamış bir insan cesedi kalır. O cesedi de gömmek için “köy” diye aşağıladıkları taşraya gönderirler. Komedi şu ki İstanbul’da Bakırköy, Kadıköy, Mecidiyeköy, Çengelköy, Hadımköy, Kurtköy, Sefaköy, Arnavutköy, Feriköy vs. yığınla köy adı vardır. Mübarek gündür. Tanrı sırf size böyle bir musibet vermediği için bile ona dua edebilirsiniz.

Arada şöyle göz ucuyla Saadet Partisi’nin belediye başkanı adaylarının profillerine bakıyorum. Yani “şu boş adam!” diyebileceğim tek kişi bile yok. Her biri siyasetin mutfağından yetişmiş; ülkede yaşanan onca şeye rağmen ideallerini terk etmemiş pırıl pırıl insanlar. İşin enteresan tarafı Saadet Partisi ilk kez bu adayların bazılarının söylediği türkülerle insanların kederine, hüznüne, efkârına ortak oluyorlar. Benim öteden beri ısrarla söylediğim insanın diline inmek, hayata ve toprağa temas etmek tam da buydu. Şimdi bakıyorum Saadet Partisi Bursa adayı İkram Akkaya, Trabzon Ortahisar adayı Ümit Çebi efkârla türkü çığırıyor. Ve gayet güzel de söylüyorlar. Saadet Partisi belediye seçimlerinde kazanır, kaybeder çok önemli değil. Ama insana bu denli sahici bir şekilde temas ediyor oluşu benim açımdan çok önemli. Dediğim gibi; Saadet Partisi’nin birçok yerde pırıl pırıl adayı var. Gözünüz kazanacağına kesiyorsa oy verirsiniz. Kesmiyorsa en yakın CHP’li adaya mührü basın gitsin. En azından diğer tarafta kilisede de adamımız var, deriz.

İrticalen Yahudi; Gazze’de Siyonizm’in yaptıklarını düşünmez; elinde bayrak belinde şemsiyeyle seçim meydanlarında oynar.
İrticalen Yahudi; çünkü onun reyiyle kazanmış bir iktidar hiçbir şeyden mesul değildir.
İrticalen Yahudi; çünkü demokrasiden galip çıkmayı uhrevi açıdan selamete ermişlik zanneder.
İrticalen Yahudi; ülkede insanlar arasında genel bir hoşnutsuzluk iklimi hüküm sürerken o iktidarın yanında yöresinde olmaktan mutludur.
İrticalen Yahudi, rahmetli Necmettin Erbakan’ın siyasî dehasına inanmadı, diğerlerine hiç inanmaz.
İrticalen Yahudi, yaşından başından Müslüman sakalından, şaltaklı şalvarından utanmıyor, zalimliği tescilli bir güruh lehine palyaçoluk yapıyor.
İrticalen Yahudi, aklınca Yahudi’nin sermayesi ile kurulmuş bir iktidara besmele çekip rahmet okuyor.
İrticalen Yahudi, çünkü Siyonizm’in eşşeğini türkü söyleyerek güdüyor.
İrticalen Yahudi, çünkü onun ilmihali aşmayan Müslümanlığı içi saman dolu atmaca gibi.
İrticalen Yahudi; çünkü “O Yahudi bir bunak değilse bile Yehudalık da mı yok onda.”

Evet konumuz ramazan. Siyasal İslamcıların siyasetteki keyfi icraatları ve sorumsuz sözleri yüzünden bu ülkede insanlar dinden, imandan iyice soğudu. Soğumakla kalmadı kuru ahlakçılık yüzünden insanlar dinden nefret eder oldular. Ee haklılar da.
Ben meselâ; son yıllarda diyanetin hoşaf hutbeleri yüzünden Cuma namazı kılmıyorum. Daha doğrusu kendimi bir türlü Cuma namazı kılmaya ikna edemiyorum.
Aynı konsantrasyon kaybını ramazan ayında teravih namazlarında da yaşıyorum.
Diyanetin tilaveti bozuk matruş hocalarının arkasında namaz kılmak bana manevi açıdan hiçbir şey katmıyor. Bu yüzden camilerde namaz kılmayı bıraktım.
Ama dünya bu ülkeden ibaret değil.
Meselâ Amerikalı Müslümanlar New York’ta Time Square’da sokak ortasında seccadelerini teravih namazı kılıyorlar. Kimse de onlara ne yapıyorsunuz, burası mescit mi, diye sormuyor. Orada olsaydım teravih aksatmazdım.
Siyonistlerin işgalinden kurtarılmış bir Mescidi Aksa’da, Mescidi Nebevi’de, Kurtuba Camiinde ve Ayasofya’da teravih namazı kılmak isterdim. Yani bütün ramazanı dünyanın 30 farklı camiinde dolaşarak bir ramazan geçirmek isterdim. Çinli Müslümanlarla Çin Seddi’nin üzerinde, Hintli Müslümanlarla Taç Mahal’de falan.
Kesmiyor beni Diyanet’in tilaveti bozuk hocalarının arkasında namaz kılmak. Konsantre olamıyorum, aklıma diyanetin Mercedes marka makam otomobilleri düşüyor, günahkâr oluyorum.

Benim bu topraklardaki yerliliğimin önemli bir cüzü de sahip olduğum Müslümanlığımdır. Onun için bugün tepemizde devletçilik, iktidarcılık, demokrasicilik, Müslümancılık tiyatorası oynayanlar bütün onları benim külahıma anlatsınlar.

Dünyaya ve hayata küskünlüğümüzün nedenlerine inmeye çalışalım biraz.
Küçük bir çocukken camide hocadan öğrendiğimiz o dualarla cennet ve cehennemin varlığını kabul ettik. Birlikte dua okuduğumuz, “cennetin çocukları” olduğumuza inandığımız o çocukların bir kısmı büyüyünce ülkede siyasal İslamcılığın iktidarını kurdular. O çocuklar kendi cennetlerini kurup diğerleri için ülkeyi cehenneme çevirdiler. İşte bu çelişki görmüş geçirmiş bir yetişkin için tam bir haya kırıklığı.
İlk mektep sıralarında öğretmenlerin bize bellettiği Ünitemiz Türkiye'sindeki neşe ile günümüz küreselcilerin dünyasında kendi kaderine terk edilmiş insanın yaşadığı hayat her açıdan tam bir hayal kırıklığı.
Yine liseli yıllarımızda karşı cinse yüklediğimiz aşırı anlam ile günümüz küresel dünyasında insanlara dayatılan cinsiyetçilik olgusu çekilmez derecede bir çelişki. Yani gelişen porno endüstrisi saf türkülerimizi paslı birer demir gibi büktü. Karşı cins artık olağan bir şüpheli. Feministler kına yaksınlar!
Üniversite yıllarında amfilerde zihnimize boca edilen o cafcaflı teorilerle küreselcilerin her şeyini kuşattığı günümüz dünyası yaşanabilir bir yer olmaktan çıkalı çok oldu. Madem hayat bu denli sıradan bir gerçeklik üzerinden akıyordu, madem politikacılar bu denli vasat insanları kandırıp işleri yürütebiliyordu biz ne diye gençliğimizi o teorileri öğrenip zihnimizi yorduk. En çok da bu aldatılmışlık insanı kahrediyor.
Üniversitelerde ülkemiz uzaya çıkacak gibi teori ezberledik. Sonra onlara hiç gerek yok, biz zaten Toroslardan bir Yörük çobanını uzaya gönderdik dediler. Ezcümle; iyi bir eğitim almış olmak, ahlaklı bir insan olmak bu ülkede elimizde patladı. Onun için şimdiki aklım olsaydı asla okumazdın, ahlaklı bir insan olmaya çalışmazdım. Narkotik işine girerdim ve adımı televizyon kanallarında duyardınız.

Fenerbahçe’nin başkanı Ali Koç’un açıklamalarıyla ilgili olarak;
Gayet makul bir açıklamaydı. Fenerbahçe camiasını sağduyuya davet etti.
Gerekirse ligden çekilip bir alt ligde oynayabileceklerini ima etti.
Maalesef çok geç kalınmış bir karar bu. Fenerbahçe o malum vakıadan sonra bir alt ligde oynayıp cezasını çekmeliydi. Ve tekrar Süper Lig’e dönüp bütün futbol kulüpleri nezdinde sadece futbol oynayan, futbol dışında hiçbir şeye tenezzül etmeyen her camianın saygı duyduğu bir kulüp olmalıydı. Ama onlar bunu yapmadılar. Yapmadıkları için de kimse onlara saygı duymadı. Böyle devam ederlerse kimse de saygı duymayacak.
2010-11 yılının şampiyonluk kupasını Trabzonspor’a vermeleri gerekir. Trabzonspor’dan ve tüm Türk futbol camiasından resmi bir dille özür dilemeleri gerekir. Bir alt ligde 1 yıl geçirip hak ederek tekrar Süper Lig’e çıkarlar. Hah ondan sonra Fenerbahçe ile sadece futbol oyun kuralları içinde derbi oynarız, kazanırız, kaybederiz, berabere kalırız, birbirimize takılırız. Her iki kulüp taraftarı medeni bir şekilde deplasmana gider gelir. Hepsi bir şekilde hallolur. Onlar hiç mesele değil. Ama bu şekilde Trabzonspor Fenerbahçe’ye asla saygı duymayacak ve konu asla futbol olmayacak. Ve dahası o yamyamların Trabzonspor taraftarlarına attığı yumruklar yanlarına kâr kalmayacak. O yamyamları Ali Koç bile kurtaramayacak. Ben yazayım burada, siz yine bildiğiniz gibi oynamaya devam edin. Çünkü bu artık futbolla ilgili bir konu olmaktan çıkalı çok oldu. Dahası bu ülkede Trabzonluların nelere kadir olduğunu Fenerbahçe başkanları çok iyi bilirler.


Uyarı: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple eser sahibinin onayı olmaksızın yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi hukuken yasaktır. Bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı kanun hükümlerine tabidir.

Hiç yorum yok: